MALZEMELER:
• 30 gr. mor, 15 gc mavi, 10 gr. san, 10 gc pembe, 5 gr. yeşil renkli dantel iplikleri.
• 1.5 no.lu tığ

KULLANILAN İŞLER:
• Zincir
• Basit birit
• Çift birit
• Birlikte kapatılan üçlü birit
•Sık iğne
• Kaydırma
• Pıtırık
EBAT: Örtünün çapı 27 cm. ölçüsündedir.


YAPILIŞI: Şemayı renk ve sıralan takip ederek çalışalım.
RESİMLERİM ÜZERİNE TIKLARSANIZ BÜYÜK HALLERİNİ GÖREBİLİRSİNİZ






Astroloji, gezegen ve yıldızların insanların üzerindeki etkisini yorumlayan bir bilim dalıdır. İnsanoğlunun yazılı tarihinin başından beri var olan astroloji bilimlerin en eskisidir.

Astroloji kader değildir, herşey insanın kendi elindedir. Astroloji dönemleri inceler, fırsat alanlarını, şanslı zamanları, doğum haritanızda sizi kısıtlayan, zorlayan alanları, gecikmeleri gösterir. Sonuçta nasıl hareket edeceğiniz, neler yapacağınız hepsi sizin iradeniz içindedir. Gezegenlerin iyi açılar yaptığı şanslı dönemlerde, hiçbir şey yapmadan oturursanız bu fırsatları kaçırabilirsiniz. Aynı şekilde gezegenlerin zorlayıcı etkiler yaptığı dönemlerde gerekli gayret ve azmi gösterirseniz tüm zorlukları aşabilir, farkında bile olmadığınız içinizdeki gücü ortaya çıkarabilirsiniz.

Astroloji insanlık tarihi kadar eskidir.Tarihçilerin araştırmalarına göre farklı uygarlıklar birbirlerinden bağımsız olarak astroloji ile ilgilenmişlerdir. Aşağı yukarı bütün büyük uygarlıklar astroloji ile ilgilendiklerini açıklayan kanıtlar bırakmışlardır. Babil, Mısır, Hint, Çin, Maya, Yunan, Roma ve Arap uygarlıkları bunlar arasındadır. İlk astrologların kimler olduklarını bilmiyoruz, fakat bulduklarını ilk kaydeden Kaldeliler'dir. M.Ö. 3000 yılında Kaldeliler (şimdiki Irak) astrolojinin bilinen en özgün şekillerinden birini ortaya çıkarmışlardır. Bazı uzmanlar astrolojiye ait ilk kayıtların M.Ö. 5800 yılına kadar gittiğini belirtiyorlar. Maya uygarlığı, Hindistan ve Çin M.Ö. 2000 yılında astroloji bilimini kullanıyorlardı. Pitagoras ve Plato'nun yazılarında M.Ö. 500 yıllarında eski Yunanlılarda astrolojinin varlığından bahsedilmektedir. Kuzey Afrika'daki ve Doğu Akdeniz'deki Araplar da M.S. 8. yüzyılda astrolojiyi kullanıyorlardı. M.S. (805-85) yılları arasında yaşamış olan Albumasur ya da diğer adıyla Abu Maaschar'ın yazmış olduğu "Introductorium in Astronomiam" adlı eserle astroloji orta çağda yeniden önem kazanmıştır.

Zodyak yani burçlar kuşağı ilk astrolojik kayıtlarda şimdikinden biraz daha farklı idi. M.S. 180 yılında büyük Yunan matematikçi ve astronom Ptolemy tarafından bugünkü şekline getirilmiştir. Bu yüzyılda ise Carl Jung astroloji hakkında yazılar yazmış, insan kişiliği ve motivasyonu hakkındaki çalışmalarında astrolojiden faydalanmıştır.


Antalya, Akdeniz Bölgesinde şehir. Antalya şehri, Antalya ilinin merkezidir.

Antalya, Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biridir. Turizm, il ve kent merkezi ekonomisini belirler. Antalya aynı zamanda, Türkiye'nin büyük ölçekli göç alan kentlerinden biridir.Nüfusu 2008 yıl sonu itibariyle 913.000'dir.

Doğası, palmiyelerle sıralanmış bulvarları, geleneksel mimarisini korumuş merkezi Kaleiçi ve büyük ölçekli turizm yatırımları ile Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biridir.

Köken bilimi
Antalya’nın Eski Adları: Attaleia, Attalia, Atalla, Sattalla, Atale, Ataliyye, Etaliyye, Adalin, Adalya, Antalya, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren 546 yılına kadar bölgede süren Lidya Krallığının egemenliğine, bu tarihten sonra da Pers egemenliğine girmiştir. Makedon Komutanı Büyük İskender, bölgedeki Pers egemenliğine M.Ö. 336 yılında son vererek bölgedeki bütün kentleri işgal eder. Büyük İskender M.Ö. 323 yılında ölünce, generalleri arasında uzun yıllar süren savaşlar başlar ve bu savaşlar M.Ö. 188 yılına kadar sürer. M.Ö. 2. yüzyılda Antalya'nın batı kesimi Bergama Kralı II. Attalos'un eline geçer ve Kral Akdeniz'in batı kıyısında kendi adı ile anılan "Attalia"yı; yani bugünkü Antalya Şehrini kurar. Bu tarihten itibaren kent Attaleia adıyla anılır. Daha sonra Adalia ve Adalya gibi isimler alarak günümüze Antalya olarak ulaşır.


Tarihi
Antalya'nın bilinen kronolojisi:

M.Ö. 700 - 546: Lidyalılar Dönemi
M.Ö. 546 - 336: Persler Dönemi
M.Ö. 336 - 301: Helenistik Dönem
M.Ö. 301 - 188: Selevkos Krallığına bağlı Pleistarkos Devlet Yönetimi
M.Ö. 188 - 65: Pamfilya Korsanları Dönemi
M.Ö. 65-MS 395 : Roma Dönemi
M.S. 395 : Bizans Egemenliğinin Başlaması.
M.S. 655 : Antalya önlerinde Bizans ve İslam Donanmaları arasında Zat-el Şenari Savaşı yapılması.
M.S. 1085 : Süleyman Şah'ın Antalya'yı alması.
M.S. 1103 : Bizans Ordusu'nun, Antalya'yı Anadolu Selçuklularından geri alması.
M.S. 1206 : Anadolu Selçukluları'nın Bizans'tan şehri geri alması.
M.S. 1207 : Antalya Şehri'nin tümüyle Selçuklulara geçmesi.
M.S. 1221 : Keykubad'ın, Antalya Körfezi'nin doğusundaki Kalanorasa'yı ele geçirmesi.
M.S. 1308 : Antalya'da Teke Beyliği'nin kurulması.
M.S. 1361 : Antalya'nın, Kıbrıs Krallığına bağlanması.
M.S. 1373 : Mehmet Bey'in Antalya'yı geri alması.
M.S. 1426 : Antalya Bölgesinin tamamen Osmanlı Devletine bağlanması.
M.S. 1510 : Hasan Halife ve adamlarının, Antalya'nın Kızılkaya nahiyesini basıp yağmalaması.
M.S. 1808 : Antalya'da Kadı Paşa isyanı çıkması ve bastırılması.
28 Mart 1919 : Mondros mütarekesi uyarınca, İtalyanların Antalya'yı işgal etmesi.
31Mayıs 1921 : İtalyan birliklerinin Antalya'dan çekilme kararı alması.
1Haziran 1921 : İtalyanların, Antalya'yı boşaltmaya başlaması ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulması.


Artık günümüzün vazgeçilmezlerinden olan taşınabilir cihazları şarj etmek için odanın ortasında bir yığın kablo yerine bu duvara sabitlenen masa ile şık ve kolay bir şekilde bu sorundan kurtulabilirsiniz



İstanbul adalarının en büyüğü olan 5.4 kilometre kare alana sahip Büyük Ada’nın Maltepe sahiline olan uzaklığı 2.3 km, 2000 yılı itibarı ile Sedef Adası dâhil olmak üzere nüfusu ise 7.335 kişidir.

Bizans zamanında sürgün ve manastır bölgesi olarak kullanılmış olan Büyük Ada, İmparatorların otoritelerini sarsacaklarından endişe ettikleri yakın akrabalarını, devlet adamlarını, muhalifleri hapsettirdikleri ve sürgüne yolladıkları ada olma özelliğine sahiptir. Özellikle sürgün edilen saray kadınlarını ve inzivaya çekilen rahipleri ağırlayan adanın en eski yapılarından olan ve günümüze ulaşmayan Kadınlar Manastırı birçok sürgüne sahne olmuştur. Hiç kuşkusuz bu sürgünlerin en ilginci Kadınlar Manastırı’nı bina ettiren İmparatoriçe İrene’nin kendisinin de bu manastıra sürgün edilmesidir.

Büyükada’nın yerleşimi iki mahalle üzerine kurulmuştur. Bu mahalleler Nizam Mahallesi ve Maden Mahallesi’dir. Dik yokuşların bir hayli fazla olduğu adanın iki önemli tepesi; güney tarafta Yorgi Tepesi (Yüce Tepe) ile kuzey tarafta Hristos (İsa) Tepesidir. Adanın batı cephesinde 500 m genişliğindeki Dil Burnu uzanır ve Dil Burnu’nun kuzeyinde Nizam koyu, güneyinde ise Yörükali plajı bulunur.

19 yy.da nüfusu 3000’e yaklaşan Büyükada’ya vapur seferlerinin başlaması; Büyükada için bir dönüm noktası olmuş, vapur seferleri sonrası ada nüfusunda kademeli olarak artış gözlenmiştir. Vapur severleri ile birlikte İstanbul aydınlarının ve Rum ileri gelenlerinin adaya yerleşmesi; adanın mimari profiline zenginlik katmış, yaz aylarında adaya İstanbul halkının günü birlik ziyaretleri ve adanın yazlıkçı sayısındaki hatırı sayılır artış; adanın günümüzdeki renkliliğine büyük katkı sağlamıştır.

Büyükada 17 Nisan 1453 yılında Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey komutasındaki Osmanlı donanması tarafından fethedilmiş ve fetih diğer İstanbul adalarına nazaran daha uzun sürmüş; bu fetihle birlikte adanın demografik yapısı da değişmiş ve ada zamanla çok kültürlülüğün İstanbul’daki simgelerinden biri olmuştur. Hiç kuşkusuz bu çok kültürlüğün en güzel örneği; cami, kilise ve sinagogların aynı toprak parçası üzerinde barış ve ahenk içinde bir arada olmasıdır.

1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra II. Abdülhamid bazı nazır ve paşalarını Büyükada’da ikamet ettirmiş ve devlet ricalinden olan bu zatların Büyükada’da yaptırdıkları konak ve yalılarla ada zengin ve gösterişli bir görünüm kazanmıştır. Ayrıca; Stalin dönemi Rusya’sından sürgün edilen, Lenin döneminin önde gelen siyasetçilerinden olan Troçki’de Büyükada’da dört yıl bulunmuştur. 1920’li yıllarda Rusya’daki iç savaştan kaçarak İstanbul’a gelen on binlerce Beyaz Rus’un bir kısmının Büyükada’ya yerleştirilmesiyle birlikte ise; adanın kozmopolit yapısı daha da güçlenmiş ve adanın kültür harmonisi bir çok sahada farklı bir tat yakalamıştır.

Büyükada’nın en önemli ibadet mekânları, İsa Tepesi’nde bulunan Hiristos Manastırı, adalı Ortodoksların büyük ayinlerini tertip ettikleri Kumsal semtinde bulunan Ayios Dimitrios Kilisesi, yine Kumsal semtinde bulunan Musevi Sinagogu ve II. Abdülhamid tarafından 1895 yılında inşa ettirilen Hamidiye Camii’dir. Ayrıca; Ermeni ve Latinlere ait iki kilise, Ortodokslar tarafından inşa ettirilen diğer kiliseler ve Müslümanların adaya yerleşmeye başlamalarıyla birlikte adadaki yerini alan camiler göze çarpan diğer ibadet mekânlarıdır. Bu ibadet mekânlarının yanı sıra adada Ortodokslarca kutsal su kaynakları olarak inanılan Ayios Konstantinos, Ayia Fotini, Ayia Paraskevi ve Ayios Yeorios adlı tarihi Ayazmalar adanın dikkat çeken diğer mekânları arasında gösterilebilir.

1930 yılında adadaki Rum Mezarlığı çevresinde bulunan, Büyük İskender’in babası II. Filip’e ait toplam 207 sikkeden meydana gelen Büyükada definesi; İstanbul Arkeoloji Müzesi koleksiyonuna dâhil edilmiştir. Bu define Büyükada tarihinin derinliğini gözler önüne sermesi münasebetiyle Büyükada tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Yeşil ve mavinin berrak yüzünün kirlenmediği ve beton yığınlarıyla öldürülmeyen doğasıyla Büyükada; İstanbul portesinin göz alıcı karelerini barındıran adalarımızdan biri olmayı hala sürdürmektedir.


Origami, Japonca "ori" (katlamak) ve "kami" (kağıt) sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmiş olup kağıt katlama sanatına verilen addır. Genellikle kare kağıt parçalarını kesmeden ve yapıştırıcı kullanmadan, sadece katlayarak, çeşitli canlı ve cansız figürler oluşturarak ifa edilmekle birlikte, dikdörtgen kağıtlardan, hatta kağıt paralardan yapılan modeller de oldukça fazladır. Kesme işleminin de kullanıldığı türe Krigami denir.

Origami klasik origami ve parçalı origami olmak üzere iki çeşittir. Klasik origami genellikle tek parça kağıttan yapılır. Çok fazla olmasa da iki veya üç parçanın kullanıldığı klasik origamiyle çeşitli hayvan veya eşya figürleri yapılır. Modüler origami olarak da adlandırılan parçalı origami birbirinin benzeri parçaların birleştirilmesiyle oluşturulur ve hayvan veya eşya gibi somut figürlerden çok, üç boyutlu geometrik figürler yapılmasında kullanılır. Parça sayısında bir sınır olmayan parçalı origami tak-çıkar oyuncaklarına benzer ve aynı parçalar kullanılarak birçok değişik figür üretilebilir. Origamide genel olarak kare şeklinde kâğıt kullanılsa da kâğıdın şeklinde bir sınırlama yoktur. Günümüzde origaminin birçok değişik türleri ortaya çıkmıştır. Mimari origami, pop-up origami, kirigami ( kağıt kesme sanatı) bunlara örnek verilebilir. Modern origami olarak da adlandırılan bu tür origami türlerinde yapıştırma ve kesme serbest bırakılmıştır.Origami'yi kirigamiden ayıran özelliği kirigaminin simetrik origaminin ise şekil yapma biçimlendirme sanatı olmasıdır.

Evini bir parti sonrası temizlemek için saatlerce uğraşıyorsan,
Birçok arkadaşın var demektir

Faturalarını ödeyebiliyorsan,
Bir işin var demektir.

Pantolonun biraz sıkıyorsa,
Aç kalmıyorsun demektir.

Gölgen seni izliyorsa,
üneş ışığını görüyorsun demektir.

Otobüsten indiğin yerden işyerine yolu uzun buluyorsan,
ürüyebiliyorsun demektir

Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyorsan,
Konuşma özgürlüğün var demektir

Yanındaki adamin sesinden rahatsız oluyorsan,
Duyuyorsun demektir.

Camları silmen, çatıyı onarman gerekiyorsa,
bir evde yasiyorsun demektir

Doğalgaz faturan yüklü geliyorsa,
Isınıyorsun demektir

Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırların varsa,
Yığınla giyeceğin var demektir

Çalar saatin sabahın köründe çalıyorsa,
aşıyorsun demektir

Aksamları kendini yorgun hissediyor ve bacakların ağrıyorsa,
O gün üretici olmuşsun demektir

VE TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAN!
MUTLUSUN DEMEKTİR

Bitkileri kullanarak hastaları tedavi etmek yaklaşımı şeklinde açıklanabilen “fitoterapi” teriminin ilk kez, 1870-1953 yılları arasında yaşamış Fransız hekimi Henri Leclerc tarafından La Presse Medical adlı dergide kullanıldığı iddia edilmiştir. Oysa, bu tarihten çok önceleri, her ne ad altında olursa olsun, bitkilerin sağlığı korumak veya geri kazanmak için tarihin her döneminde, her toplum tarafından kullanıldığını görmekteyiz.

Bu konuda ilk yazılı belge olan M.Ö.3000 yıllarına ait Ninova Tabletleri, Mezapotamya' da kurulan Sümer, Akat, Asur medeniyetlerinde bitkisel ve hayvansal ilaçlarla tedavilerin mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. M.Ö. 2500 yıllarında Çin Tıbbıyla paralel bir gelişme içinde olan Hint Tıbbının önemli temsilcilerinden, günümüzde halen geçerliliğini sürdüren bir tıp akımına (Ayurveda Tıbbı) isim veren, Rig Veda, eserlerinde 1000'e yakın şifalı bitkiden bahsetmiştir. M.Ö. 1500 yıllarına ait Eber Papiruslarında Mısırdaki bitkisel tedaviler ve mumyalama teknikleri anlatılmış, o günlerde yaygın olan amipli dizanteriye (kanlı ishal) karşı koruyucu olduğuna inanılan soğan ve sarımsağın, günlük yemeklerinde yeterli miktarda olmaması nedeniyle piramit inşasında görev alan işçilerin çalışmayı reddettiklerinden bahsedilmiştir. Yunan Tıbbının önemli isimlerinden Eskulap ve modern tıbbın temeli olarak kabul edilen Hipokrat kitaplarında 400'e yakın bitkisel ilacı anlatmıştır. Bizans döneminde Diascorides 'İlaçlar Bilgisi' adlı kitabı yazmış, bu kitapta Anadolu ve Doğu Ülkelerinin tıbbi bitkileri hakkında bilgilere yer vermiştir. İslam Uygarlığı döneminde, 200'e yakın şifalı bitkiden bahseden, bir kopyası Orhan Gazi Kütüphanesinde bulunan Kitab-al Saydalafi al Tıp adlı kitabın yazarı Ebu Reyhan, 1650' li yıllara kadar referans kitap olarak kabul edilen 800 hayvansal ve bitkisel tedaviden bahseden 'Tıp Kanunu' adlı eseri yazan İbn-i Sina (Avicenna) ve Al Gafini bitkisel tıp konusunda önemli eserlere imza atmışlardır. 16. yüzyıldan sonra Avrupa'da John Gerard, John Parkinson ve Nicholas Culpeper gibi hekimler/eczacılar da bitkilerle tedaviler üstünde çalışmışlardır.

Aynı dönemde (günümüzde hala bazı kesimlerde destek bulan) The Doctrine of Signature (işaret doktirini) teorisi ortaya atılmıştır . Bu teoriye göre bitkinin şekli ve rengi, tıbbi etkilere işaret etmekteydi. Örneğin kalbe benzeyen bir bitki kalp hastalıklarında, kırmızı renkli bir diğeri kan hastalıklarında kullanılmaktaydı.

19-20 yüzyıllarda kimya ve biyokimya bilimlerindeki gelişmeler ilaç sanayisine büyük bir ivme kazandırmış, bu sayede etkinlik, zararsızlık ve kalite prensipleri benimsenerek analitik, toksikolojik, farmakolojik ve klinik çalışmalar sonucu, laboratuarlarda tıbbın ihtiyaçlarına cevap veren pek çok ilaç geliştirilmiştir. Yine de, özellikle geçtiğimiz yüzyılda üretilebilen ilaçların birçoğu ancak bitkisel kökenli olabilmiştir. Örneğin söğüt kabuğundan üretilen asprin, yüksükotundan elde edilen digoksin, kınakına bitkisinden çıkarılan kinin, haşhaştan elde edilen morfin gibi. Günümüzde ise mevcut ilaçların 1/4' i bitkisel kökenlidir ve bunların bir çoğunda bitkiden elde edilmek istenen etken madde, laboratuar ortamında kopya edilmektedir.

Son yıllarda sentetik ilaçlarla meydana gelebilen ciddi yan etkilerin yol açtığı medikal ve ekonomik sorunlar, “yaratıcıları” arasında uluslar arası ilaç sanayiinin de yer aldığı, endüstrileşmiş ülkelerdeki çevre kirliliğinin güçlendirdiği ekolojik yaklaşımlar ve hareketler, küratif tedavileri henüz mümkün olmayan bir çok kronik hastalığın oluşturduğu tehdit ve doğallığın her zaman etkili ve yan etkiden arınmış olduğu düşüncesi gibi bir çok faktöre bağlı olarak bitkisel tedavi tekrar popüler hale gelmiştir. 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bitkisel ilaçların satışının bir önceki yıla göre %59 'luk bir artış göstermiş olması , hastaların %3-5’lik bir bölümünün temel tedavi olarak sadece bitkisel tedavi alıyor olması, bu tedaviler için yalnız Amerika’da yılda 3,24 milyar dolar, İngiltere'de 40 milyon sterlin harcanması, Dünya Sağlık Örgütü’nün insanların %80'inin doğal tedaviye inandığını açıklaması bu popülaritenin iyi bir göstergesidir. Halen bitkisel ilaçlara gönül veren bir çok hasta bitkisel ilacını, aktardan aldığı bitkiden veya bitki parçalarından kendi mutfağında hazırlar ve genelde doktora veya diğer bir uzmana danışmadan kullanır. Diğer yandan, sentetik ilaç üretimi kalitesinde ve standartlar temelinde bitkisel ilaç üreten firmaların sayısı da giderek artmaktadır.
Herbalistler (bitkisel tedavi uzmanları) bitki tedavisinde, sadece etken maddenin izole edilip verilmesini amaçlayan tedavinin aksine, maksimum etkinin bir bütünsellik içinde ortaya çıktığını, bitkinin tüm bileşenlerinin olumlu etki üzerinde bir payı olduğunu savunurlar. Onlara göre saflaştırılmamış bitkinin kullanımı, bitkiyi oluşturan maddelerin birbirini nötralize etmesi sebebiyle yan etki olasılığını azaltmaktadır.

Ancak, unutulmamalıdır ki, doğal olan her zaman güvenli olan demek değildir. Pek çok bitki yüksek derecede toksiktir ve diğer komplemanter tedavi yöntemleri içinde fitoterapi yan etki ve toksisite yönünden çok daha fazla risk taşır. Yapılan bir araştırmada, Kuzey Amerika’da bitkilerden zehirlenenlerin sayısının hayvanlar tarafından yaralananlardan daha çok olduğu ortaya konmuştur. Literatürde ise kullanılan şifalı bitkilerin bir kısmının hepatotoksik (karaciğere toksik) olduğunu kanıtlayan çeşitli çalışmalar ve zaman zaman ölümcül olduğunu gösteren vaka sunumları bulmak mümkündür. Bu tür bir tedavinin direkt toksik etkisinden başka, hastanın kullandığı diğer konvensiyonel ilaçlarla tehlikeli boyutlarda etkileştiği bilinmektedir. Tabloda bu etkileşimlerden en iyi bilinenler gösterilmiştir.

Çeşitli kuruluşlar bu denli toksik olabilen ve bir o kadar da rağbet gören şifalı bitkilere belli standartlar getirmeye ve fitoterapiyi bir “ototerapi” (kendi kendine tedavi) olma şeklinden çıkarmaya çalışmışlardır. Bu tür girişimlerin en çok yapıldığı ülke İngiltere’dir. Exeter Üniversitesi ve Ulusal Medikal Herbalist Enstitüsü, uygulayıcılar tarafından bildirilen yan etkilerin kaydedildiği bir veri bankası olan ‘yeşil kart’ sistemini oluşturmak için çaba sarfetmektedir. Yine aynı enstitü ve diğer bazı merkezler patoloji, biyokimya, farmakoloji, farmakognozi, fizyoloji, botanik, beslenme, klinik tanı ve diğer komplemanter tedavi yöntemlerini kapsayan 4 senelik bir kurs düzenlemekte ve mezunlarına tüm ülkede geçerli herbalist diploması vermektedir. Benzer çalışmalar Amerika ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de yapılmaktadır.
Peki bu kadar çabanın amacı nedir? Amerika'da Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından, kanserde etkili tedaviyi bulmak için yapılan araştırmalarda son 10 yılda incelenen 53.000 maddenin 37.500' ünün bitki (36.000 tanesi kara, 1500 tanesi deniz bitkisi) olması, 1983-1993 yılları arasında tanımlanan ilaçların %40' nın bitkilerden köken alması ve bunların Amerika'da reçete edilen ilaçların %50' sini oluşturması, Almanya'da 7. en çok satan reçeteli ilacın lisanslı Hypericum Perforatum (Sarı Kantaron) preparatı olması tıp çevrelerinin, her ne kadar fitoterapiyi alternatif tıp metotları içinde kabul etseler de, bitkisel 'şifaya' inandıklarını göstermektedir.

Sonuçta, bir tarafta tüm temellerini bilimselliğe oturtmuş günümüz tıbbı, diğer tarafta bilimsellikten/kaliteden uzak kaynaklara dayanılarak, uzman kontrolü olmadan başlanan, standartları belirlenmemiş ilaçlarla yapılan tedavileri bünyesinde bulunduran fitoterapi. Bu manzarada, ikisi arasında çizilmiş hassas sınırı da yadırgamamak gerekir.

Son yıllarda bu durumu değiştirmek için, uluslararası kabul görmüş dergilerde de yayınlanan, bitkilerin etkinliğini kesin olarak ortaya koyan bazı bilimsel çalışmalar yapılmıştır:

Bu çalışmalara rağmen fitoterapi hala güvenliği ve etkinliği tam olarak kanıtlanamamış bir tedavi yöntemidir. Bu yüzden bir bitkisel ilacı reçete ederken veya insanları bu konuda bilgilendirirken basit ancak önemli birkaç kuralı unutmamak gerekir :


Bitkisel tedaviyi ciddi hastalıklarda kullanmayın
Gebeyseniz veya gebe kalmayı düşünüyorsanız bitkilerden uzak durun
Bebek emziriyorsanız bitkisel ilaç almayın
Bebeğinize bu tür ilaçları kesinlikle vermeyin
Alkol alıyorsanız veya geçirilmiş bir sarılık öykünüz varsa,doktorunuza danışmadan bitkisel tedavilere yaklaşmayın
Bitkileri güvenilir yerlerden alın
Etiketsiz veya etiketinde içerdiği maddeler belirtilmemiş bitki paketleri almayın
Etiketinde ne yazarsa yazsın doğruluğuna %100 inanmayın: Paket listelenmemiş yabancı maddeler içerebilir ve belirtilen maddelerin konsantrasyonları farklılık gösterebilir.
Hiçbir preparatı uzun süre, düzenli bir şekilde kullanmayın
Başka bir ilaç kullanıyorsanız doktora başvurmadan bitkisel ilaca başlamayın

Sonuç olarak bitkiler bahçemizi süsler, soframıza renk, hayatımıza ilginçlik ve estetik bir tat katar, kimisi iyi bilinir, kimisi ekzotiktir. Bir kısmı terapötik olabilir ama hepsinin toksik olma riski vardır.





1-)Öreceğiniz projeye başlamadan ipi tanımak ve deseni görmek için küçük bir parça örmenizde fayda var, bu şekilde kaç ilmek, kaç cm hesabını yapmanız kolaylaşır. Desen örneğinin büyüklüğü en azından 10 cm civarında olması desen, ip ve ilmek sayısı hakkında daha iyi bilgi verir.

2-)Yumak üzerinde verilen ölçü bilgisiyle sizin ördüğünüz örneğin ölçüsü birbirini tutmayabilir. Bu fark elinizin örme şeklinden kaynaklanabilir, her ilmekten sonra ya çok sıkıyorsunuzdur ya da çok serbest bırakıyorsunuzdur, bir başka ihtimal de farklı numara şiş kullanıyorsunuzdur.

3-)Kitapta ya da dergide verilen bir örnek üzerinde çalışıyorsanız ölçüleri tutturmanız da fayda var. El alışkanlığınızı değiştirmeniz daha zor olduğundan önerilen şiş numarasının 0.5 büyüğünü ya da küçüğünü denemenizde fayda var, o kadar emek ve zaman harcayıp sonra da üzülerek sökme durumundan kurtulmuş olursunuz.

4-)Kol, kenar gibi parçalı bir şey örüp daha sonra dikecekseniz, örgünün ilk ve son ilmeklerini düz örerseniz daha sonra dikmesi daha kolay olur.

5-)Eğer ilikli bir şey örecekseniz ilikleri açmadan düğmeleri almanız faydalı olur, daha sonra deliğe uygun düğme bulmak zor olabilir




KUMAŞ BOYAMA NASIL YAPILIR ?

Günün stresinden
kurtulmak mı istiyorsunuz? Biraz el beceriniz varsa birbirinden
güzel ve kullanışlı bir çok ürün ortaya çıkarabilirsiniz. Günlük
yaşamda dışa vurmaya pek fırsatınız olmayan yaratıcılığınızı
geliştirin ve bir yandan da yeteneğiniz konusunda kendinizi sınayın.

NASIL YAPILIR?
Malzemeler
Kumaş, fırça, parşömen kağıdı, kalem, kumaş boyası, palet, su kabı.

Yapılışı
Kumaşı düz bir alana yerleştirin. Boyanacak yerin alt kısmına kalın
bir kağıt parçası koyun (altına boya geçmemesi için). Kullanacağınız
renkten bir miktar alıp paletin üzerine koyun. Boya eğer kıvamında
değilse az miktarda su ekleyebilirsiniz. Boyayacağınız alan geniş
ise kalın fırça, dar bir alan ise ince fırça ile boyayın.

Boyama esnasında fırça darbelerini hep aynı yönde yapmalısınız yoksa
dalgalı bir görüntü oluşabilir. Başka bir renge geçerken mutlaka
fırçanızı su ile temizleyin, aksi takdirde kullanacağınız diğer
rengin tonunda farklılaşma görülecektir.

Kopyalama yöntemi ise şu aşamalardan oluşur;
Kumaş üzerine hazırlanan desen kağıdı iğnelenir. Kumaş ile desen
arasına karbon kağıdı yerleştirilir. Desenin üstünden kalemle
çizilerek model kumaşa çizilir. Metalik yaldızla desenin üzerinden
kontür çizilir. Kontürün içi kumaş boyası ile renklendirilir.

Neler Yapabiliriz?
Kırlent, oda takımları, gözlük kılıfı, masa örtüsü, perde, mutfak
takımı, fular, Bluz, eşarp, abajur, mendil, pano, çanta, kumaştan
yapılmış terlik ayakkabı, tahtadan yapılan takılar
KUMAŞ BOYAMA TEKNİKLERİ
Boyama Tekniği
Kumaş boyasında farklı teknikler kullanarak değişik sonuçlar elde
edebiliriz.
Örneğin kontür tekniği; kullandığımız desenin kenarındaki çizgilerin
üzerinden fırça ile hat olarak geçirilmesidir.
Tonlayarak boyama: bir rengin farklı tonlarını kullanarak
olur. Genelde en açık tonundan koyuya doğru yapılan boyama
tekniğidir.
Düz boyama: Seçtiğimiz deseni istediğimiz renkle boyayarak
uygulanır. İstenirse kullanılan rengin koyu tonuyla çerçeve de
yapılabilir.
Bir de tüm bu tekniklerden yararlanarak farklı türde bir boyama
şekli de uygulayabilirsiniz.
Sırma & Maraş işi
Maraş işi boyamanın en büyük özelliği tek yüzlü bir işleme
olmasıdır. Desenin altı özel olarak hazırlanan karton ile kabartılıp
yedi kat sırma desen üzerinden atlatılarak kenarlarda içlik ile
karşılıklı tutturulur. Aynı işlem yanyana uygulanarak işlenir.

RENK SEÇİMİ VE UYUMU
Renk uyumu desenin ön plana çıkması açısından çok önemlidir. Bu
yüzden birbiriyle uyumlu renkler seçilmelidir. Bunun yanında
renkleri aynı oranda kullanmak ürüne monoton bir hava verecektir.
Birbirine uyumlu farklı renkleri farklı oranlarda kullanmak desene
canlılık katacaktır. Açık ve koyu renkleri birarada kullanarak bunu
sağlayabiliriz. Alanlı çalışmalarda desenin içi genellikle açık
renklerin hakim olacağı şekilde doldurulmalıdır.

RENKLER NASIL ELDE EDİLİR?
Kırmızı + Sarı = Turuncu
İki kat kırmızı + Mavi = Mor
Kırmızı + 2 Kat Mavi = Eflatun
Kırmızı + Mavi + Siyah = Bordo
Sarı + Siyah = Sütlü Kahverengi
Mavi + Yeşil = Cam Göbeği
Kırmızı + Sarı + Beyaz = Yavruağzı
Mavi + Siyah = Lacivert
Sarı + Yeşil = Açık Yeşil
Yeşil + Kırmızı = Kına Yeşili
Mavi + Beyaz + Siyah = Duman rengi

Boyama Hakkında Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
Kumaş üzerine deseni çizdikten sonra renk denemesi yapmadan boyaya
geçmeyin. Kumaş üzerinde seçtiğiniz renk beklediğiniz tonda
çıkmayabilir. Bunun için boyamanın hemen öncesinde minik bir kumaş
üzerinde renginizi test edebilirsiniz. Beklediğiniz ton çıktığı
takdirde bu rengi gönül rahatlığıyla esas kumaşınızın üzerinde
uygulayabilirsiniz.

* Boyama yaparken kumaş kalın ise boyayı fazla miktarda
sürmelisiniz. Kabartma boya kullanırken boya çok çabuk kuruduğu için
hızlı bir şekilde çalışmanız gerekecektir. Boyayı eşit miktarda ve
düzgünce sürmelisiniz. Boyanan yüzeyin üzerine tekrar boya
sürmemelisiniz.

* Boyama yapılacak kumaş temiz olmalı ve kırışık olmamalı

* Farklı markaların boyalarını karıştırarak bir arada
kullanmamalıyız.

* İlk aşamada kolay ve küçük işler denemelisiniz.

* Boyalar kullanılmadan önce mutlaka çalkalamalısınız.

* Sık sık yıkanacak kumaşları az kabartmalısınız.

* Sık sık yıkanacak kumaşlarda pul, sim işi az kullanmamalısınız.

* Kabartma boyalara her kullanımdan önce 2 damla su ilave
etmelisiniz.

* Kenar kesiminde kumaşın dağılmaması için kumaşın tersine tırnak
cilası sürebilirsiniz.

* Boyama yapılacak kumaşın altına lüzumsuz pamuklu bir bez veya
karton koyabilirsiniz



1-Eski ojeyi çıkartın. Bunun için bir pamuğa oje çıkartıcı döküp tırnağınızın üstünde 1 dakika bekletebilirsiniz. Ojeyi çıkartırken pamuğu tırnak üstünde ovuşturmak yerine, sert hareketlerle tırnak etlerine bulaştırmadan yapmaya dikkat edin.

2-Törpü ile tırnaklarınıza şekil verin. Gerekirse önce makasla kesin daha sonra törpü ile düzeltin. Kenardan ortaya ve ortadan kenara doğru yumuşak hareketlerle törpüleyin. Sert davranmayın.

3-Tırnak etlerinizi kremle yumuşatıp, ılık suda bekletiniz. Suya daha iyi temizlemesi için sabun, limon suyu yada zeytin yağı katabilirisiniz.

4-Tırnak eti eriticisi bir ürün kullanarak tırnak etlerinizi yok edin ve kalan kısmını yumuşakça geri itin. (Tırnak etlerinizi kesmeyin- bu enfensiyona neden olabilir)

5-Ellerinizi ılık suyla yıkayın.

6-Kalmış olabilicek yağlı kalıntılıarı da yok etmek için gerekirse tekrar oje çıkartıcısıyla tırnaklarınızı silin.

7-İnce bir kat oje sürüp kurumasını bekleyin. Ojeyi ortadan başlayarak sürün.

8-İkinci kat ojeyi de sürüp kurumasını bekleyin.

9-Daha sonra ojelerin çatlamasını önleyen koruyucu oje sürün.

10-Ojelerinizin daha dayanıklı olmasını ve parlaklığını korumasını istiyorsanız, kolonya, limon, parfüm gibi çözücü maddeler içeren şeylere temas etmekten kaçınınız


Modelin Yapılışı
Ön taraftaki dilimden 44 ilmek başlanır, pirinç örgü olarak örülür ( 1 düz , 1 ters örülür, dönüşte düzün üstüne ters, tersin üstüne düz örülür.) hem yanlardan hem ortadan her sırada ilmek kesilerek eksiltmeler yapılır. Tepe kısmında 3 ilmek bırakılır.
Yanlardaki dilimler için 24 ilmek başlanır yanlardan her sırada 1 er ilmek kesailerek tepede 3 ilmek bırakılır.Ense kızmındaki dilimler için 12 ilmek başlanır, her sırada artırılarak 24 ilmeğe ulaşılır, daha sonra her sırada yanlardan eksiltilerek sıfırlanır.
Oluşan 6 dilim üçgenler birbirine gizli dikişle tutturularak kasketin baş kısmı bitirilir.
TEREK KISMI : 48 ilmek başlanır pirinç örgü örülür, yanlaradn 1 er ilmek eksilterek ön yuvarlak oluşturulur, daha sonra önde kalan ilmeklerin bu kez 2 yanından ilmek artırarak tekrara 48 ilmeğe ulaşılır. Arasına sert bir malzeme konarak bu kısım şapkanın alın kısmına dikili